“BENİM İNANCIMI ÇOCUĞUMA SÜNNİ BİRİ ÖĞRETEMEZ”


Hacı Bektaş-ı Veli Mütevelli Heyeti Başkanı ve Postnişini Veliyiddin Ulusoy, “Benim inancımı, benim inancımdan olmayan biri çocuğuma öğretemez. Din okullarını cemaatler kursun, çocuklarını yetiştirsinler. Aileler de istiyorsa çocuklarını göndersin oraya” diyor.
Özlem GÜRSES:
Devletin inançtan elini çekmesi gerektiğini söyleyen Ulusoy, “İnançlar halka bırakılmalı. Bugün Türkiye’de Diyanet İşleri, devlete giriş kapısı oldu” dedi…Veliyiddin Ulusoy…
Bugüne kadar ana akım medyada hiç yer almamış, hiç röportaj vermemiş bir isim. Ama Türkiye’de 15 milyona yaklaşan Alevi toplumunun çok yakından tanıdığı ve saydığı biri o… 800 yıldır Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’nı temsil eden ailenin son kuşak temsilcisi, Hacı Bektaş-ı Veli Mütevelli Heyeti Başkanı ve Postnişini…
Veliyiddin Ulusoy’la güneşli bir İstanbul sabahında buluştuk, saatlerce konuştuk. Anlattıkları, tavrı, fikirleri, gönlü çok etkiledi beni… Ama en çok da onları ifade ediş tarzı, büyük bir sükunet ve zarafetle…
– Sayın hocam, varolun bizi kabul ettiğiniz için… Önce görevinizi sormak isterim.
Kimdir Postnişin?
Dergaha bağlı olan ocak dedelerinin kontrolü, tayini, görevden alınması gibi işleri yapar Postnişin. Bu makamın izniyle dedelik yapılır, yaptırılır. Zaten bu hâlâ bir sorun Türkiye’de… Tekke ve zaviyelerin kapanmasından sonra bu kelimeleri kullanmak bile yasak ama artık bin yıllık geleneği de bugünden yarına kaldırmak mümkün olmadığı için gizli saklı da olsa bugüne kadar gelmiş, hep devam etmiş zaten…
– Bugün bu sorunu çözmek için hükümet de aynı yere sırtını yaslıyor; bunu biz yapmadık, bunu Cumhuriyet devrimi yaptı diyor. Biz bu yasayı nasıl değiştirelim diyorlar.
Laikliğe biz canı gönülden inanan insanlarız. İnançlar artık halklara bırakılmalı, devlet elini inançtan çekmeli. Diyanet İşleri gibi bir kurumun demokratik ve laik bir ülkede olmasını biz bir türlü kabullenemiyoruz.


DEVLETTEN MAAŞ ALAN DEDE OLMAZ

– Yani Diyanet olsun ama Aleviler de temsil edilsin formülü de yetersiz sizin için?
Kesinlikle olmaz böyle bir şey, istemiyoruz. Ayrıca “dedelere maaş” konusu var. Dedelere maaş verilirse o dede artık dede olamaz, kim maaş veriyorsa onun dedesi olur. Benim dedem olamaz. Neden? Çünkü dedelerin görevi sırf dini görevler, cem yapıp oturmak, kurban kesip oturmak değildir. Bir manevi bağ oluşur talibi ile dedesi arasında… Talip tüm dertlerini dedeye anlatarak deşarj olur, rahatlar, akıl alır ondan… Maaşlı dedelerde bu bağ kopar, bu bağ koparsa dedelik müessesesi biter ve Aleviliğin sonudur bu da…
– Diyanet İşleri Aleviliği de bir biçimde temsil edemez mi?
Şu anda Türkiye’deki Diyanet kurumu bunun tam tersi, bugün Sağlık Bakanlığı’ndan bile yüksek bir bütçesi var, devlete giriş kapısı, dikkat ederseniz öbür bakanlıklara gidiş oranı ve sayısı en fazla olan yer Diyanet… Ve en fazla da oraya personel alınır, yani bir giriş kapısıdır devlete. Ve içinde bir tane çaycı bulamazsınız ki Alevi olsun. Alevi bulamazsınız orada, yoktur, çaycı bile yoktur.


İMAM HATİPLİLER KOLAY İŞ BULUYOR

– Din dersleri? Deniliyor ki metinleri Alevilerle yazalım ama dersler zorunlu olsun…
İstediklerini kabul ettik diyelim, hatta tüm o din dersleri tamamen Alevilik oldu, başka hiçbir şey yok içinde ben o zaman şu soruyu sorarım; bu dersi kim veriyor? Bunun cevabı da bir Sünni öğretmendir, yahut hocadır, yahut bir imam hatip mezunudur. İnanmam o zaman. Benim inancımı, benim inancımdan olmayan biri benim çocuğuma öğretemez. Hem de bıraksın devlet din işini, çocuğu kendi ailesi kendi yetiştirsin. Kuracaklarsa cemaatler kendi din okullarını kursun, çocuklarını yetiştirsinler. Aileler de istiyorsa göndersin oraya. Ama bu okullar bu cemaatlerin bünyesinde olsun.
– İmam hatip okulları bu ülkede büyük gündem oldu biliyorsunuz, hatta neredeyse bu iktidarın varlığını temellendirdiği bir konu bu… 12 yıldır o mağduriyet devam ediyor hâlâ…
Şimdi pek mağduriyet değil de piyango gibi, ikramiye gibi bir şey oldu bence. İmam hatip mezunu olanlar çok daha kolay işe giriyor. Devlet kapıları çok daha kolay açılıyor. Herkes kendi mesleğini yapsın, ben imam olacaksam gideyim İmam hatip okuluna ama öğretmen olacaksam, mühendis olacaksam, hukukçu olacaksam benim ne işim var imam hatipte!..

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN ALEVİLERİ HAFİFE ALIYOR

– Alevilik’te dedeler nasıl yetişir? İnanç ehli temsilciler nasıl yetişir?
Dede çocuklarından olur. Genellikle bunlar dede çocuklarının en yaşlısı olur, sağlık yönünden bir engeli yoksa. Bir de tabii geçmişi temiz olacak. Aslında toplum seçer, önemli olan burada toplumun gönlünde yer etmektir. Baba olan dede, talip içerisinde gezdiğinde, o çocuk da senelerce babasıyla birlikte gezer. Deneyim edinir. 3-5 sene değil 10-15 sene… Kursla dede yetişmez. Konuşmaları, cem yürütmesi, bir hafta içinde bunların hepsi öğrenilir, o önemli değil. Önemli olan demin söylediğim; yani talibiyle olan iletişim, talibinin güveni, sevgisi…
– Uğramadığınız hakaret kalmadı Alevi toplumu olarak… Son zamanlarda bir de tabii akıl vermeler eklendi buna “Siz öyle değil, böylesiniz” gibi… Nedir Alevilik, din midir, mezhep midir, kültür müdür, yaşam tarzı mıdır?
Hepsi diye düşünüyorum ben. Bir kere benim inancımı bana öğretmeye çalışanlarda bir samimiyet göremem. Benim kadar bilemez onlar. Bizim bir geçmişimiz, yaşantımız, yaşadığımız olaylar var. Bizi yönlendiren deyişlerimiz, boğazlarımız, vilayetnamelerimiz var. Bunları anlamaları bile mümkün değil. Bir devlet başkanı çıkıp da “Ben Aleviyim, ben Ali’yi seviyorum” gibi saçma şeyler söylememeli… “Torunumun adı Ali” filan diyor, bunlar biraz gülünç oluyor. O kadar hafife alınmak da biraz zorumuza gidiyor.


ALEVİ TOPLUMU VE MAL VARLIKLARI İŞGAL ALTINDA

– Sanki bugünün yönetimine göre İslam’ı kabul eden Aleviler bir parmak daha makbul…
Bir devletin dini olmamalı, sıkıntı burada. Sen devletsin. O ülkenin vatandaşı, birisi Süryani, birisi Hristiyan, birisi inançsız, birisi Müslüman. Bizi ele alalım, cemevi cümbüşevi diyorsun, ya ben nerede ibadet etmek istersem orada ederim, şuraya bir çukur açarım, orada ederim, seni ilgilendirmez. Sen benim cemevimi tanımıyorsun ama her yere cami yaptırıyorsun, bir sürü Hristiyan var. Sen onların üstelik mallarına da el koymuşssun, aynı bizim gibi… Bizim mallarımıza da el konulmuş durumda. Bugün Hacı Bektaş dergahı müze, Şah Kulu’na gidin, kira veriyoruz 5-6 bin lira ayda… Karacaahmet’e gidin, yine öyle. Bugün Karaağaç’ta, Sütlüce’de bir dergahımız vardı, şimdi AKP’nin binaları yükseliyor orada… Aylarca, senelerce uğraştılar oranın Karaağaç dergahı olduğunu ispatlamak için en sonunda mezarlardan bilirkişi tespit etti de… Böyle bir işgal altında Alevi toplumu ve mal varlıkları. Sonra da “eşitiz” demek biraz abesle iştigal oluyor.
Özlem Gürses’e konuşan Hacı Bektaş Postnişini Veliyiddin Ulusoy, “Biz öldürmekten yana değiliz ama ölen hep bizler oluyoruz” diyor.

Medyada çok görünmeyen Hacı Bektaşı Veli Dergahı Mütevelli Heyeti Başkanı Veliyiddin Ulusoy, Özlem Gürses’e verdiği röportajda, hükümetin Alevi açılımından Gezi Parkı eylemleri sırasında ölen Alevi gençlere kadar çarpıcı açıklamalar yaptı.


Özlem GÜRSES:
Alevi toplumunun kendi içinde kavgalı olmadığını söyleyen Veliyiddin Ulusoy, “İktidara yakın bazı dernekler var. Bunları zaten AKP yarattı. Şimdi bu Alevilere bazı haklar verilecek” dedi
Hacı Bektaşı Veli Mütevelli Heyeti Başkanı ve Postnişin Veliyiddin Ulusoy’la İstanbul’da güneşli bir günde yaptığımız röportaj kaldığı yerden devam ediyor. Ulusoy, uzun sohbetimizde Alevi toplumunun kadına bakışından kendi içlerinde kavgalı olup olmadıklarına kadar pek çok konuda çarpıcı sözler söyledi. Bir de büyük dedesinin Atatürk’le anılarını anlattı…
– Kaç kişidir Alevi toplumu?
– 15 ile 25 milyon kişi gibi tahmin ediliyor. Ama ben bu soruya hep şöyle cevap veriyorum: 20 kişi kadar tanıyorum, ben de içinde yokum. 20 kişi kadar Alevi tanıyorum, çok samimi söylüyorum, benim kafamdaki Alevilik yani…
– Sizin inanç idealinize göre 20 kişi var. Peki içlerinde kadınlar var mı?
– Tabii, çok. Bizim Alevi camiasında, kadınlar çok daha fazladır. Cemlerde filan. Geçen gün yine Karadenizli bir toplumun Cemleri vardı, 3’te 2’si “bacı”ydı. Daha itikatlı oluyorlar, çok daha sevgi dolu erkeklere göre…


“MECLİS’TE TEMSİL EDİLMİYORUZ”


– Alevi toplumunun kadına bakışı nasıl? Eskiden kadın dede fazla mıydı?
– Geçmişimizde çok var. Ama alışılmış artık erkek dedeler ve toplum tarafından kabul edilmiyor kadın dedenin posta oturması. Ama inanç ideolojimizde böyle bir saçmalık yok. Bu saçmalık gerçekten de… Sen ayırt etme hakkına sahip değilsin ve ben düşünemiyorum ‘Kadıncık ana’sız bir Hacı Bektaş Veli’nin olduğunu ya da Fadime Ana’sız bir Hazreti Ali’yi kabul edemiyorum. Onların sayesinde o makama, o güzelliğe erişmiş olduklarını düşünüyorum ben.
– Niye değişmiş bu? Sünni Müslümanlığın bir etkisi mi?
– Şüphesiz, komşu etkisi çok var. Bunu günlük yaşamımızda da görüyoruz. Yani biz Aleviler şöyle böyle kadın hakkına sahibiz diyoruz ama uygulamaya baktığımızda ne yazık ki bunu göremiyoruz. Yine de daha iyi ve özgürler ama yeteri kadar değil. Erkek hakimiyeti var.
– İstihdam ya da gelir adaletsizliği konusunda bir sıkıntısı var mı Alevi toplumunun?
– Hem de nasıl… Bugün pek çok genç yanıma gelip anlatıyor, en yüksek puanı alıyorlar hakimlik sınavından, savcılık, kaymakamlık sınavlarından… Sonra bir kazaya uğruyorlar. Bugün devlete gidin, Alevi vali yoktur, genel müdür yoktur. Bugün Meclis’te de yeteri kadar temsil edilemiyoruz.

“KAVGA HİÇ YOK, SADECE SEVGİ VAR”


– Alevi toplumu kendi içinde kavga mı ediyor yoksa bugünün siyaseti öyleymiş gibi mi anlatıyor?
– Halkımızla ben kol kolayım. Halkımızın arasında en ufak bir problem yok ama örgütlerimiz arasında ufak tefek çekişmeler var.
– Sanki bazı dernekler daha devlete yakınmış gibi, sanki bazı dernekler bu iktidara daha yakın gibi…
– Şimdi bazı haklar verilecek. Ama bu verilme işi kime olacak, gerçek Alevilere mi, devletin yarattığı Alevilere mi olacak? Toplumun çoğunluğu değil de yalnızca bir kısmı ve bugünkü iktidara uyan ve zaten onların yarattıkları Alevilere mi olacak, göreceğiz.
– Yani tıpkı makbul vatandaş gibi makbul Alevi mi var?
– Devlet kendi Alevisini yaratıyor, bunun için kurumlar oluşturuyor. Vakıflar kuruldu, dernekler kuruldu.
– Son 12 yılda mı oldu, hep mi vardı?
– Hayır hayır, son senelerde oldu. Bir de gerçek toplumun temsilcileri olan örgütlerimiz var, onlar arasında çekişmeler oluyor. Ama halkımız arasında en ufak bir çekişme yok, onlar el ele, kol kola, birbirlerine sevgiyle yaklaşan insanlar.
ÇÖZÜM SÜRECİ KAN DÖKÜLMESİNİ ÖNLER AMA GERÇEK BARIŞ OLMAZ!

– Gezi Parkı eylemleri şüphesiz ki bu ülkenin vicdan hareketiydi. Ne hikmetse orada hep Alevi çocuklar öldü. En son vahşice katledilen Özgecan kızımız da Alevi kızıydı. Bir şey mi oluyor, bir şey oldurulmaya mı çalışılıyor yoksa her şey bir tesadüf mü?
– Ne olduğunu bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum ama tesadüf olmadığını bilmiyorum. Hep Alevi olanların mı kanı akıtılacak. Aleviler hiç kimseye kin beslemez. Hiç öldürmek istemezler, can acıtmak istemezler. Bakın Sivas gibi bir olay var, Maraş var, çocuklar, gebe kadınlar… Bu kadar kinin bir insanda olması, ona insan denmez artık. Hep ölen biziz ama biz öldürmek istemiyoruz belki onun için mi? Bilmiyorum, ne yapılmak isteniyor ama bir şey var.

  • Sizce mezhepçilik meselesi mi kaşınıyor?
    – Tabii, toplumu bölüp, gruplara ayırmak, bölmek, zaten herkes hissediyor bunu. Güzel değil gidişat. Böyle devam ederse çok kötü bir yere varılır. Umudumuz önümüzdeki günlerde bunun önüne geçecek aklını başına alacak bir toplum. Belki böylece biraz önlenecek bu durum ama tamamen önlenmesi mümkün mü, emin değilim.
    “BİZ VE ÖTEKİLER NE OLACAK?”
    – Türkiye’de Kürt toplumunun ne kadarı Alevi?
    – Buna tahmin yürütmek çok zor ama bölgesel olarak söyleyebilirim; Erzincan, Tunceli, Maraş, Sivas bölgesinde oldukça fazla Alevi Kürtler var. Özellikle Maraş’tan Sarz’a kadar olan bölgede çok derin bir Alevilik vardı ama ne yazık ki bitti şimdi.
    – Sanki şöyle bir şey de yaratılmaya çalışılıyor mu; Alevi Türklerle Alevi Kürtler arasında da bir mesele varmış gibi bir gayret?
    – Kesinlikle bunda başarılı olamazlar. Çünkü hiçbir problem yok. Halkımla her zaman kol kolayım ben, en ufak bir problem yoktur Türk Alevi ile Kürt Alevi arasında…
    – Türkiye toplumunun geneli çözüm süreci ile ilgili temkinli hatta endişeli. Aleviler ne düşünüyor? Siz ümitli misiniz?
    – Yeterli görmüyorum. Bir tek Kürtlerle devlet arasında bir barış yeterli değil. Biz de olmalıyız orada, öbür kurumlar, azınlıklar da olmalı. T.C. vatandaşı olarak “öteki” olanlar da olmalı ki ben canı gönülden inanayım bu barışa… Biz ne olacağız, A-leviler, Ermeniler, Yahudiler, gayler ne olacak? Bu çözüm tam olmaz, kan dökmeye biraz mani olunur belki ama gerçek bir barış olmaz.

ATATÜRK, CUMHURİYET SÖZCÜĞÜNÜ İLK KEZ BÜYÜK DEDEMİN YANINDA SÖYLEDİ

Veliyiddin Ulusoy, büyük dedesi Cemalettin Ulusoy’un Atatürk’le hatıralarını da anlattı. İşte o hatıralar:
Sivas Kongresi öyle tarihin yazdığı gibi olmadı. Sivas Kongresi çok zayıf geçti. Atatürk bu bozuk moralle Hacı Bektaş’a geldi, Cemalettin dedeme… Atatürk ve adamlarını Cemalettin dedemin korucuları Ankara’ya kadar getirmiş. Bu heyet bir gece kalmış evimizde ve ilk Cumhuriyet sözcüğünün ifade edildiği gece o gece. Daha sonra Cemalettin dedem ne yazık ki Cumhuriyet’i hiç görmeden hakka yürümüş ve Meclis İkinci Başkanlığı’na hiç görmediği halde seçilmiş. Daha sonra kardeşi, benim adaşım olan Veliyiddin de Atatürk ile çok iyi bir ilişki içinde olmuş. O kadar ki Ankara’da defalarca misafir edilmiş. Dedemle ilgili Atatürk şöyle demiş:
“Okyanuslar kadar engin, kaynak suyu kadar temiz. Onunla konuştukça ruhum dinleniyor.” Babamdan duyduğum başka bir olay anlatayım… 50’li yıllarda babam Ankara’dan İstanbul’a gidecek trenle… Bizim Aleviler babamı yolcu ediyor, 8-10 kişi. O anda bakıyor ki babam, hukuk fakültesinden bir hocası kompartmana giriyor. Tren hareket ediyor, babam gidip elini öpüyor hocasının. Peki kim bu hoca? Kemal Tengürşengü, Atatürk’ün 2. Dışişleri Bakanı. Aynı zamanda da son Osmanlı Meclisi’nde milletvekili. “Kimsin sen?” diyor hoca. “Hukuktan öğrencinizim” diyor babam. “Nerelisin?” diyor, “Hacı Bektaşlı’yım” diyor babam. “Cemalettin Çelebi’yi tanır mısın?” diyor, “Amcam” diyor babam. Muhabbet ederken diyor ki: “Atatürk’ün ömrü vefa etmedi, dinde de reform yapacaktı. Şu sizin bir inanış tarzınız var ya, o şekilde bir reform yapacaktı” diyor. Hatta bir vekile, kanun teklifi hazırlamasını söylemiş ama ya ihmal edilmiş, ya geç kalınmış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir